1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, “emeğe saygı” ve “insanca yaşam” mücadelesinin çetin yolculuğunu bize hatırlatan anlamlı bir gündür.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Sanayi Devrimi’nin giderek palazlanmasıyla artan üretim ve sermaye, ne yazık ki “Büyük İnsanlık” için aynı oranda artan bir refah düzeyi doğurmadı. Feodal dönemde varlıklarının yegâne anlamı; buyruğu altında bulundukları derebeylerinin topraklarını işleyen saban, at ve diğer üretim unsurlarından biri olmaktan ibaret olan geniş insan kitleleri, bu sefer kendilerini, üretim yapan makinelerin mekanik birer parçası olmaktan kurtarma derdine düştüler.
İşte, 1 Mayıs, makinenin parçası olmaktan onurlu ve insanca yaşayan bir “birey” olmaya doğru gidiş savaşımının adıdır.
Peki, 150 yılı aşan bu savaşımın neresindeyiz?
Emeğe saygı ve insanca yaşam kavramlarına karşılık gelebilecek nasıl bir tabloya ulaştık?
Korkarım ki, bu sorulara cevap oluşturabilecek veriler arasındaki olumsuzların oranı, olumlulardan çok daha fazlasını oluşturuyor. Her ne kadar büyük bedeller ödenerek 1850’li yıllardaki günde en az 16 saatlik çalışma süresi Batılı ülkelerde 8 saate düştüyse de, fazla çalışma koşullarının ülkemiz dahil pek çok ülkede hala devam ettiğini biliyoruz.
Globalleşmeyle birlikte emeğin değerindeki ucuzlamanın daha da artması, Beyaz Yakalıların niteliksizleştirilmesi, sendikasızlaştırma gibi genel problemlerin yanında, iş ve iş – dışı yaşam dengesinin iyice bozulması, son tahlilde yoğun iş baskısı ve gelecek belirsizliğinden kaynaklı aşırı stres, ruhsal dengede artan bozulma ve artan çalışan mutsuzluğu gibi spesifik problemler de can alıcı olmaya devam ediyor.
Tarih, emekle sermayenin birbirleriyle mücadelesinin trajik hatıralarıyla dolu olsa da artık gerçeklik, hepimizi “Dünya” ortak gemimizin batmaması için bir şekilde uzlaşmaya, çözüm üretme sorumluluğunu beraberce üstlenmeye itmiyor mu?
Emeğe, insana, doğaya saygı ile hep beraber daha güzel bir dünyada, kardeşçe yaşamak için çabalayanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun!