Genel olarak “kaygının” hem bireylerde hem de toplumda yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bir hususu iyi ayırt etmek gerekir: Ülkemizde yaşanan terör olayları bizde korku mu, kaygı mı oluşturuyor? Muhtemelen her iki duyguyu bir arada yaşıyoruz ama ağırlığın kaygıda olduğunu söyleyebiliriz. Böyle dönemlerde her iki duyguyu yaşamamız doğal ve normaldir. Ancak özellikle kaygı, bir noktadan sonra giderek verimliliğimiz, yaşam kalitemiz ve ruh sağlığımız açısından oldukça bozucu etki yapabilir.
Kaygıyla korku arasındaki en önemli fark, korkunun somut, kaygının ise zihnimizde yarattığımız bir tehdit olmasıdır. Örneğin, gece saatlerinde sokakta yürürken elinde silahla bize doğru gelen birinin yaratabileceği duygu korkudur. Ancak ortada kimse yokken silahlı birinin karşımıza çıkabileceğini düşünmemize bağlı olarak yaşadığımız duygu ise kaygıdır.
Kaygının en önemli özelliği, mantıksal çarpıtmalarımıza daha açık bir duygu olmasıdır. Kaygı, daha çok olaylara bakışımızın bir ürünü olduğundan, haliyle biz olaylara nasıl bakıyorsak, kaygımız da o kadar yüksek veya düşük olacaktır. Eğer düşünme alışkanlıklarımız bakımından abartmaya, olayların olumsuz tarafını daha çok görmeye, belirsizliklerde negatif kuruntular yapmaya eğilimliysek, kaygımız da daha yüksek olacaktır. Yüksek kaygı içinde olduğumuzda iş ve iş dışı yaşamımızda birtakım zorluklar yaşayabiliriz. İşimize odaklanmakta, dikkatimizi toplamakta zorlanma, performansımızda düşme, gerginlik, huzursuzluk, tahammülsüzlük, çatışma içine girmeye elverişlilik, uykumuzda bozulma, iştahımızda değişme, kas ağrıları gibi çeşitli belirtiler ortaya çıkarabiliriz.
Kaygı, kolaylıkla yayılan bir duygudur. Zira kaygının yüksek olduğu ortamlarda bireyler ve şirketler, dolayısıyla da toplumlar içe kapanma sürecine girerler, gelecekle ilgili planlama yapmaktan kaçınırlar, ellerinde mevcut olanı korumak veya kaybetmemek için uğraşırlar. Kaygının yarattığı karamsar atmosferde ilerleme sağlayan dinamizmin devamını sağlamak için günlük yaşamı “normalize” edecek yaklaşımları öne çıkarmak gerekir.
Bunun için bu dönemde şirketler çalışanlarını kaygı ve kriz yönetimi konusunda bilinçlendirmelidir. Kaygılarımıza yol açan düşünme tarzlarımızın farkına varmalı, abartıdan, belirsizlikleri felaket senaryolarıyla doldurmaktan kaçınmalıyız. Gereken önlemleri de alarak günlük yaşamımızı olağan akışında sürdürmeye çalışmalı, kendimizi iyi hissedebileceğimiz aktivitelerimizi sürdürmeliyiz.